Türkiye 14 Mayıs’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görev yapacak milletvekillerini, 28 Mayıs’taki ikinci turda ise cumhurbaşkanlığı seçimini yaptı.
TBMM seçiminde çoğunluğu Cumhur İttifakı kazandı. İkinci tur seçiminde ise ittifakın adayı Erdoğan, Cumhurbaşkanı oldu.
TBMM’deki yemin töreninin ardından 100’den fazla ülkeden devlet temsilcisinin katılımı ile tören düzenlendi.
İki şey beni hiç şaşırtmadı: Birincisi; CHP, HDP ve İP milletvekillerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM’deki yemin töreninde ayağa kalkmaması, ikincisi de Genel Sekreter hariç NATO’da “müttefik” olan ABD ve Avrupa ülkelerinin törenlere katılmaması...
Yani anlayacağınız, “batı cephesinde yeni bir şey yok”.
İLK İŞARETİ OTURARAK VERDİ
“Batı Cephesinde Yeni Bir şey Yok” aslında bir roman adı. 1929 yılında Erich Maria Remarque’ın yazdığı ve savaşın anlamsızlığını anlatan “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanının konusu farklı olsa da kitabın başlığı Türkiye ile Batı ve Batı’nın Türkiye’deki adamlarının durumunu yeterince ifade ediyor.
28 Mayıs seçimlerinden sonra Türkiye ile Batı ilişkilerinin daha iyi olacağını bekleyenler ya da bunu isteyenler için hayal kırıklığı yaşanacak. Çünkü, ABD ve AB ülkelerinin istediklerine boyun eğmedikçe Türkiye’nin onlarla arasının düzelmesi imkânsız. O yüzden Erdoğan ile değil, Kılıçdaroğlu ve benzerleri ile çalışmayı beklerler. Kılıçdaroğlu da seçimden sonraki tutumuyla onlara yakın çizgisini koruyacağını gösteriyor. Bunun için daha önce yaptığı gibi sakin görünümlü sinir siyasetini devam ettirecek. Cuma günü milletvekilleri yemin törenine katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın izleyici locasına gelişi sırasında Kılıçdaroğlu ayağa kalkmayarak bunun ilk işaretini verdi.
Ertesi gün, Cumhurbaşkanı yemin etmek için TBMM Genel Kurulu’na geldiğinde CHP milletvekilleri ile terör örgütü PKK’nın siyasi kolu YSP’liler ayağa kalkmadı. CHP ve İstiklal Marşı’nı söylemekten bile kaçınan PKK/YSP’lilere bazı İP’li milletvekilleri de eşlik etti. Ayağa kalkan İP’liler de alkışlamayarak tutumlarını ortaya koydular.
NEFRET ATEŞİNİ HARLAYACAK
Okuyucular yanlış anlamasın, kimse kimseye zorla saygı göstermek zorunda değil. Bunun siyasi olarak ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyorum. Bu durum, muhalefetin özellikle 10 ay sonra yapılacak yerel seçime giderken, 14 Mayıs öncesi gibi gerilim üzerinden siyasete devam edeceğini gösteriyor.
Seçim sonucuyla “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” dahil seçmenlerine vaat ettikleri her şey çöpe gittiği gibi toplumsal ve siyasal bir vizyonları da kalmadı. O nedenle seçmeni tutmanın tek yolu, “Erdoğan nefretinin” ateşini harlamak.
Bu konuda özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nu yakından takip edin ne demek istediğimi anlayacaksınız. CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmesini isteyenleri susturmanın, parti içi tartışmalara son verebilmesinin tek yolu da buradan geçiyor.
Nitekim, Sözcü TV’den İpek Özbey’in “Erdoğan yemin törenine geldiğinde neden ayağa kalkmadınız?” şeklinde yönelttiği soruya, “Bir parti genel başkanı gelince neden ayağa kalkayım?” cevabını vermiş. “Kendisini sadece bir parti genel başkanı olarak mı görüyorsunuz?” diye sorunca da “Evet öyle” demiş. Yani, hukuken hiçbir itirazı olmayan seçimlerin sonucunda yüzde 52.18 oy almış Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak görmediğini ilan ediyor.
Yani bu açıdan bakıldığında “batı cephesinde yeni bir şey yok”...
KÜRESELCİLERİN ADAMI
Seçimden önce ABD, İngiliz ve Avrupa medyasına verdiği röportajlarda, “Kremlin’le değil Batı’yla ilişkileri öncelik haline getireceğiz”, “Seçilirsem Rusya’ya yaptırım uygulayacağım” diyen ve Batılıların, “jeopolitik” çıkarlarına hizmet etmesini beklediği Kılıçdaroğlu’nun, seçimden sonraki tutumu hakkında neden “batı cephesinde yeni bir yok” dediğim anlaşılmıştır sanırım. Bu yönüyle Kılıçdaroğlu, ABD ve Avrupalı küreselcilerin bugünkü şartlarda vazgeçemeyeceği adamıdır. Çünkü ABD ve Avrupa ülkeleri eğer Türkiye’deki hükümet isteklerini yapmıyorsa, ona karşı; bürokrasi, yargı, STK’lar, medya, siyasi partiler ve orduyu kullanır. Bu alanlardaki “etki ajanları” yıpratma, itibarsızlaştırma, düşmanlaştırmaya yönelik faaliyetlerle yönetimi istikrarsızlaştırırlar. Hâlâ istedikleri değişiklik olmamışsa, ordu içindeki elemanlarıyla darbe yaparak hükümetleri yıkarlar.
15 Temmuz 2016’dan itibaren Batı’nın tüm alanlardaki etkinliği azaldı ama siyasi partiler içinde çıkar peşinde koşarken onların amaçlarına hizmet edenler var. İşte Kılıçdaroğlu, kampanya dönemi boyunca, Rusya’ya yaptırım, Batı ile ilişkilere öncelik gibi sözlerle kendisini ispatladı. Seçim sonrası istifası istenen Kılıçdaroğlu’nun ABD ve AB’den fonlanan medya ve etki ajanları tarafından övülmesi boşuna değil.
ERDOĞAN BU KEZ AB DEMEDİ
BATI cephesinin adamını bırakıp şimdi de kendisine bakalım. Medyasıyla karşı çıktıkları Erdoğan’ın seçimi kazanması Batılı ülkelerde de şaşkınlık yarattı. Erdoğan’ı hemen karşılarına almak istemedikleri açık ama mesajları medya üzerinden ulaşıyor.
ABD ve Avrupa hegemonyasının ve hükümetlerinin sesi olan basınına baktığınızda, Türkiye’nin hâlâ bir tehdit olarak değerlendirildiğini, Erdoğan için, “diktatör”, “otokrat”, “totaliter” sıfatlarının bolca kullanıldığını görürsünüz. Rusya, Körfez ülkeleri, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerinden duyulan rahatsızlığı yine yazıyorlar.
İsveç’in NATO üyeliğine itirazını kaldırması için üstü kapalı baskı uyguluyorlar. Özellikle de ekonomik sorunlara dikkat çekiyorlar. PKK terör örgütü ve Suriye ile Irak’taki uzantılarına karşı mücadelenin, ABD’nin Suriye ve Ortadoğu planlarının bozulması demek olduğunu bildiklerinden bu konuda eleştiri yapıyorlar. Aslında istenenler ve yazılanlar bilinen şeyler.
Yani anlayacağınız, “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”...
Peki Türkiye’nin hedefi ne?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yemin töreni sonrası yaptığı, Avrupa Birliği ve Batılı ülkelerin adını hiç anmadığı konuşmasındaki şu ifadeler o hedefi gösteriyor:
“Bundan sonra uluslararası kamuoyu, küresel krizlerin çözümünde daha fazla inisiyatif alan, bölgesinde barışın ve istikrarın tesisi için daha fazla çabalayan, Türk ve İslam dünyasının kalkınması için daha çok koşturan, mazlum ve mağdurlara daha fazla sahip çıkan bir Türkiye görecek.
Yeni dönemde muhataplarımız karşılarında sınırları içinde ve dışında terör örgütleriyle daha kararlı mücadele eden, mavi vatanda kendisinin ve kardeşlerinin hakkını daha güçlü gözeten bir Türkiye bulacaktır.”
“Muhataplarımız” derken kim kastedilmiş olabilir? Elbette dost görünümlü, “müttefik” adı taşıyan terörist destekçisi ABD başta Batılı ülkeler...